istanbul, yenibosna, sazlıbosna, tellibaba, park, parklar, piknik, balık avı, tatil, bit pazarı, eskici, spotçular çarşısı
16 Nisan 2012 Pazartesi
Efsanevi başkent İstanbul
İstanbul, Asya ile Avrupa gibi iki yaşlı kıtanın ve Akdeniz ile Karadeniz gibi iki önemli denizin buluştuğu bir kavşakta kurulmuş, üç büyük imparatorluğa başkent olmuş bir emperyal destan, bir efsane.
Bir tanrı ve tarih güzeli, tabu;
Güneş ve sular mucizesi, bir giz...
Her zaman sonsuz elbet, İstanbul bu.
Körelen belki de biziz... Kalbimiz.
Ahmet Muhip Dıranas
Yaklaşık üç bin yıllık kesintisiz yaşamı ile eşsiz coğrafyası, benzersiz tarihi, harika doğası, efsanevi görkemi ve kentte yaşayanların höe2löe2 bozamadığı güzelliğiyle dimdik ayakta. Ölümsüz bir kent.
İstanbul iki ayrı dünyayı, Doğu ile Batı yı birbirine bağlayan bir köprü. Doğu nun ucundaki Batı, Batı nın ucundaki Doğu. İstanbul Doğu ve Batı uygarlıklarının harmanlandığı, antik Batı Anadolu kültürü ve Helenistik kültür üzerine yerleşen Roma kültürü ile Çin, Hindistan ve İran kültürlerinden süzülüp gelen, Altay mitosları, İslam efsaneleriyle bezenmiş bir kültürün örtüştüğü bir pota. Pagan, Hıristiyan, Müslüman, üç kültür bileşeninin beşiği. Doğu ile Batı nın yalnızca geçmişinin değil, geleceğinin de kavşağı, kesişme noktası.
Muazzam bir kültürel miras içinde inançlar, dinler, diller, ırklar, kültürler cümbüşü. Bir dünya orta oyunu. Bir dünya başkenti. Bu açıdan İstanbul da sergilenen yalnızca ulusal değil, yaşayan evrensel bir kültür mirası. Bu nedenle de özellikle Tarihi Yarımada, algılanması, korunması, özenle dünyanın gelecek nesillerine aktarılması gerekli evrensel bir müze.
İstanbul daki inançlar mozaiğini bir an düşünelim: Museviler, Sefardim, Aşkenazi, Karay; Selanikliler; Hıristiyanlar, Ortodoks Rumlar, Katolik Rumlar, Protestan Rumlar, Türk Ortodokslar, Protestan Türkler, Ortodoks Ruslar, Ukraynalılar, Bulgarlar, Rumenler; Gregoryen ya da Apostolik, Katolik, Protestan Ermeniler; Kadim, Katolik, Protestan Süryaniler; Keldaniler, Marunöeeler, Melkitler; Katolik İtalyanlar, Maltalılar, Fransızlar, Polonyalılar, Protestan Hollandalılar, Almanlar, İngilizler, Gürcüler, Levantenler, Yehova Şahitleri, Bahaöeeler, değişik inançtaki Afrikalılar; Sünni ve Şii mezheplerinin değişik tarikatları, Aleviler, Bektaşiler, Şii İranlılar; Kırgız, Özbek, Kazak, Uygur Türkleri , Masonlar, Şamanizm, Budizm, atalara tapkı inançlarının tortularını savunanlar...
Camiler, kiliseler, sinagoglar, türbeler, mezarlar, ayazmalar, yatırlar, dedeler, azizler, tekkeler, cemevleri, Kur an kursları Bir yanda kurban kesilir, kurşun döktürülür, muska yazılır, diğer yanda Boğaz a haç atılır. Bir yanda çan çalınır, diğer yanda ezan okunur. Aynı anda kutsal meköe2nlarda Tevrat, İncil, Kur an-ı Kerim hatmedilir. İncil okunur kiliselerinde hem Yunanca, Latince, hem de Aramice, Arapça, Türkçe.
İnancın her türlüsü, paganizm, ateizm, ortodoksi, heterodoksi bu kentte örtüşmüş, sinkretik, çok boyutlu bir dokuya ulaşmış. Geriye kalan şu isimlere bakın: Manastır Mescidi, Vefa Kilise Camii, Küçük Ayasofya Camii, Panayia Hançeriotissa (Hançerli Meryem Kilisesi)... Birbirleriyle çelişen, ama birbirlerini etkileyen, inançlar, töreler, halklar çok renkli, çok kültürlü bir mozaik oluşturmuş.
Örneğin Ortaköy de, Kuzguncuk ta, yaşlılar yurdu Darülaceze de cami, kilise ve sinagog yan yana duruyor. Silivrikapı Mezarlığı nda Rum, Ermeni, Müslüman yan yana gömülü. Dünyanın hiçbir kentinde farklı dinsel, etnik grupların iç içeliği, birlikteliği, yan yanalığı bu düzeyde değil. Doğaldır ki, bu iç içelik belli bir hoşgörü yaratmış. İstanbul bu anlamda üç büyük tek tanrılı dinin buluştuğu ve hoşgörü içinde bir arada yaşadığı bir kent.
Kent diller açısından höe2löe2 bir Babil Kulesi: Rumca, Ermenice, Ladino, Boşnakça, Bulgarca, Sırpça, Arnavutça, Abazaca, Çerkezce, Lazca, Gürcüce, Kıptice, Acemce, Arapça, Kürtçe... Çok sayıda dil ve lehçe konuşuluyor. Bu dillerin ve İtalyanca, İspanyolca, Fransızca, Farsçanın eklemlediği ve eklemlenirken değişen yüzlerce sözcüğün oluşturduğu bir ortak dil ortaya çıkmış, ortak bir argo oluşmuş. Ya Kırım dan, Balkanlar dan, İspanya dan, İtalya dan, İran dan, Mısır dan, Mezopotamya dan gelip birbirine karışan efsaneler
Mutfağı ise sanki coğrafya dersi: Kırım çiğböreği, çerkeztavuğu, Boşnak mantısı, elbasan tava, papazyahnisi, Rum pilakisi, Acem pilavı, Türkmen kavurması, Rus salatası, Balkan, Cezayir, Kafkas, Halep çorbaları, arnavutciğeri, Tatar böreği, patlıcan Frenk dolması, Katalanya içbaklası, Endülüs kuşkonmazı, İspanya böreği (Pandispanya), Rumeli ıspanaklı böreği, Tunus baklavası, Babil revanisi, Şam tatlısı, Halep un kurabiyesi
Bu kentte, kilise, havra, tekke müzikleri eğlence müziği ile örtüşerek iç içe geçmiş. Bu nedenle, bir İstanbul u Dinliyorum konserinde olduğu gibi İstanbul Müezzinler Korosu ile Atina Bizans Korosu aynı anda birlikte söyleyebilmektedir.
Farklı coğrafyalardan taşınan, değişik kültürlerde biçimlenen farklı duygu ve düşünceler, töreler, gelenekler, farklı yaşam tarzları ile özel bir İstanbul kimliği yaratmış.
İstanbul olağanüstü bir coğrafya üstünlüğüne, bir jeopolitik büyüklüğe sahip. Doğa, İstanbul u ayrıcalıklı kılmış. Son buzul çağı sonrasında su yollarının açılması, İstanbul Boğazı ile derin ve korunaklı doğal liman Haliç in oluşumu, kuzey-güney, doğu-batı eksenlerinde, Karadeniz- Akdeniz, Balkanlar-Anadolu-Ortadoğu-Asya güzergöe2hında çok olanaklı bir coğrafya yaratmıştı. Böylesi bir olağanüstü coğrafya, kalıcı, çok boyutlu, rengöe2renk bir tarih getirdi. Coğrafya ile tarih İstanbul da herkesi kendisine hayran bırakan bir bütünleşme oluşturdu. Görkemli bir efsanevi başkent olarak coğrafya ve tarihin birlikteliğinden doğdu İstanbul.
İstanbul kökleri çok eskiye giden bir kültürel çeşitliliğe, çok kimlikli bir birikime ve insanı büyüleyen bir doğal mirasa sahip. İlk bakışta insanı çarpan da bu zaten. Dünyanın hiçbir kentinde, başkentinde böylesine iç içe geçmiş, çok yönlü, çok bileşenli bir kültürel birikim yok.
İlkçağ dünyasının büyükleri, Ur, Babil, Karnak, Luksor, Troya, Kartaca, Teotihuakan; antikçağdan Efes, Afrodisyas Bunlar artık yaşamayan kentler, tarihi birer ören yeri. Pekin, Yeni Delhi, Katmandu, Moskova, Lhasa, Londra, Paris, Prag, Sen Petersburg, New York, bunlar İstanbul a göre dünün kentleri.
Atina, İskenderiye, Antakya, Roma ya da daha sonra gelen Bağdat, Şam Bunlar genelde tek kültürlü, tarihsel sürekliliğe, kesintisizliğe, çok kültürlülüğe sahip olmayan kentler. 17. yüzyılda Avrupa da höe2löe2 İstanbul ile boy ölçüşebilecek bir kent yok. İstanbul bir emsalsiz kent (şehr-i yegöe2ne), eşsiz, benzersiz, biricik bir şehir. İşte bu yüzden Napolyon, Dünya tek devlet olsaydı, başkenti İstanbul olurdu demiş. 16. yüzyılda İstanbul a gelerek eski eserlerin topografyasını çıkaran ve çalışması höe2löe2 temel kaynak olarak kullanılan Pierre Gilles kitabının hemen başında şöyle der: Diğer bütün kentler ölümlüdür, ama İstanbul, sanırım, insanlar var oldukça yaşayacaktır . Bir Çinli yazar ise İstanbul için, kentlerin kenti demiş. Yaşadığı çağın İstanbul unu ünlü yapıtında çok iyi betimleyen Anna Komnena bu kent için, kentler kraliçesi deyimini kullanmış. Biz efsanevi başkent diyoruz.
National Geographic Traveller dergisinin bir sayısında İstanbul yaşanası 10 kent arasında New York tan sonra ikinci seçildi. Ünlü mimar Le Corbusier Geleceğin Kenti (1924) adlı eserinde İstanbul u şöyle tanımlar: Şimdi New York ile İstanbul u karşılaştırırsak, diyebiliriz ki, birincisi kıyamettir, ikincisiyse bir yeryüzü cenneti İstanbul bir meyve bahçesidir, bizim kentlerimiz ise taş ocakları Le Corbusier nin gördüğü İstanbul son 50 yılda bu özelliğini önemli ölçüde yitirdi, ama höe2löe2 farklı.
Dünyanın tüm büyük kentlerini gezdim, oralarda gruplar gezdiriyorum. Hiçbiri İstanbul un doğasına, coğrafyasına, tarihine ve günümüzdeki canlılığına sahip değil. Son elli yıl içinde kültürel miras dokusunda önemli tahribat olsa bile İstanbul gündüz ve gece cıvıl cıvıl yaşayan bir dünya başkentidir. Yüreği yirmi dört saat pır pır eden, yirmi dört saat çalışan, yiyen, içen, eğlenen, yaşayan, her daim faal , dinamik bir kenttir. İstanbul canlı, tutkulu, enerjik, ele avuca sığmaz, kıpır kıpır bir rüya şehirdir. Heyecan verici bir kestirilemezlikler, sürprizler şehridir.
İstanbul yaşadığı ekonomik, toplumsal ve siyasi gelişmenin yarattığı sorunlar yumağında son elli yıl içindeki hızlı büyümesi ile dünyanın diğer bazı tarihi kentlerine, metropollerine yönelen tehditlere maruz kaldı. Plansız sanayileşme ile göç ve nüfus patlamasının acı sonuçları kenti tahrip ediyor, deniz ve sular kirleniyor, flora ve fauna önemli ölçüde yok ediliyor. Göç nedeniyle son elli yılda nüfusu 8 kat, yerleşim alanı 100 kat arttı. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde diğer kentlerin aleyhine büyüyen, o kentleri, kasabaları yiyen İstanbul, şimdi oralardan gelen kitlelerce yeniyor. Yeni gelenler İstanbul u yeniden fethediyor, biçimlendiriyor. Ancak bu durum da geçici.
İstanbul gerçekte efsanevi Anka kuşu (simurg, phoenix) gibi zamanın yıkımına karşı koyarak tarih boyunca her defasında kendi küllerinden kendini yaratmıştır. Durmadan yeniden kurulmuştur. Her yüzyıl yeni bir çehreye bürünmüştür. Kuşatma, saldırı, salgın hastalık, yangın, deprem, terk edilme, göç, yıkım, yeniden isköe2n, ani çöküş, tarihsel ve doğal mirasını tehlikeye sokan bir yeni kuşatma, dışarıdan gelenler tarafından değişik boyutlarda yeniden fethedilme, yeniden yıkım Ama İstanbul höe2löe2 ayakta. Bu ölümsüz kent son elli yılın olumsuzluklarını da aşacak, kente yeni çekidüzen verenleri de kendine uydurup üzerindeki tozu toprağı silkeleyerek eski görkemine kavuşacaktır. Çünkü her daim yenilenen ve sürekli yıkım ve yeniden kurulma sürecinde ustalaşan bu şehir, bitmek tükenmek bilmeyen dinamizmi içinde yeniyi kurabilme gücünü taşıyor.
Bu anlamda İstanbul gibi bir kente yapılabilecek en büyük haksızlık nostalji duygularını körükleme, Nerede o eski İstanbul edebiyatı yapma, hayıflanma, iç çekme. Yaşanmış, bir daha yaşanma olanağı bulunmayanlara vurgu, mazide yaşama ya da yaratılan bir İstanbul imajına göre fetişleştirme Günü algılayamayan geçmişseverler, kendilerini İstanbullu, değişimi yaratanları diğerleri olarak tanımlayarak İstanbul bitti edebiyatı yapıyorlar. Oysa önemli olan bugün bize kalana sahip çıkmak. Geçmişe ağıt yakmak yerine, İstanbul un dünü ile bugününü buluşturmak, geçmişin değerlerini ve güzelliklerini geleceğe taşımak. Bu nedenle İstanbul u tanımamız, algılamamız gerekli. Tanıma da zaten kent sevgisini yaratıyor.
Bir kenti tanımanın en iyi yolu onun sokaklarında kaybolmaktır, kenti adım adım, köşe bucak dolaşmak, kenti koklamak, şehri solumaktır; her yönüyle kentin tadına varmak, keyfini çıkarmaktır. İnsan, kültür ve meköe2n ilişkilerini algılama bilincini geliştirmektir.
Haliç te, Fener de sokakları adımlamak, Ayasofya da huşu içinde kubbeyi duyumsamak, Çamlıca Tepesi nde kuş gözlemek, baharda erguvana, morsalkıma şaşırmak, Boğaziçi nde denizi yudumlamak, Sarayburnu nda martılara ekmek atmak, Karaköy de balık-ekmek, Bebek te badem ezmesi, Beyoğlu İnci de profiterol, Kanlıca da yoğurt, Kanaat Lokantası nda pilav üstü kuru yemek, Nevizade de rakı, Vefa da boza içmek, İstanbul Festivali nde Topkapı Sarayı nda Saraydan Kız Kaçırma yı kaçırmamak, Telli Baba da İstanbulluları izlemek, Eminönü nde çiçek, Azapkapı da kuş pazarlarında ve semt pazarlarında dolaşmak, Cafer Ağa Medresesi nde nargile tokurdatmak, güzün Harem de oturup Tarihi Yarımada üzerinde güneş batırmak İstanbul da yaşama sanatının ustası olmak
Kenti çiçekçi Çingeneleriyle, çalgıcılarıyla, kayıkçılarıyla, köftecileriyle, işportacılarıyla, cumartesi anneleriyle, tinerci çocuklarıyla, ayyaşıyla, derbederiyle, tantanasıyla, pasıyla, ihtişamıyla, sefaletiyle, rengöe2renk balık, meyve, sebze tezgöe2hlarıyla, Hacı Bekir lokumuyla, kestane kebabıyla, kaynamış mısırıyla, çeşmesiyle, hamamıyla, mezar taşlarıyla, martısıyla, çınarıyla, mehtabıyla Her yönüyle, bir bütün olarak duyumsamak.
İki İstanbul var. Biri çok bilinen ve gezilen eski İstanbul, diğeri büyük İstanbul. Birincisini Haliç ile Marmara Denizi arasında kalan üçgen yani Tarihi Yarımada yla Eyüp, Beyoğlu, Üsküdar ve Boğaziçi; diğerini de özellikle 1950 li yılların ikinci yarısında ve sonrasında gerçekleştirilen göç sonucunda yerleşilen yeni bölgelerle, orman ve funda alanları oluşturuyor.
İstanbul, üzerine çok yazılan kentlerden biri. Bu yayınların çoğunda ne yazık ki İstanbul bir ölü kent gibi ele alınıyor, asıl öğe, insan unutuluyor. Bu yayınların bazılarında mimari, bazılarında tarih öne çıkarılıyor. Bazıları çok turistik, bazıları ise oryantalizm sapmasından kurtaramıyor kendini. Biz ise kültürel mirasın ışığında, tarihi dokusuyla, her sınıf ve tabakadan insanıyla, ekonomik, toplumsal yönleriyle, yaşayan bir İstanbul u sergilemek, kentin bugünkü halini geleceğe taşımak istedik.
Bugün Boğaziçi Üniversitesi nin binalarını oluşturan o harika yapıların en güzel odalarından Boğazı seyrettim yedi yıl kadar. Henüz daha sağım, solum, karşım yeşilin değişik tonlarıyla kaplıydı. Bu yedi yıl sanırım İstanbul u en yoğun yaşadığım dönem oldu. Sultanahmet te turist gezdirdim, Babıöe2li de çalıştım. Birkaç kez, o zamanki Robert Kolej Yüksek Okulu nun şu anda bazıları Feriköy Hıristiyan Mezarlığı nda yatan İstanbul öe2şığı hocalarımla İstanbul gezilerine çıktım. Bu kişilerin höe2löe2 hayatta olanlarından Osmanlı mimarlığı uzmanı Godfrey Goodwin İstanbul gezileri nedeniyle A History of Ottoman Architecture adlı o muazzam eserinin önsözünde benden söz eder.
Ama daha önemlisi İstanbullulara 1988 yılından bu yana Adım Adım İstanbul kültür gezileri düzenleyen bir seyahat acentesini yönetiyorum, yıllardır İstanbulluları İstanbul da gezdiriyorum. Köşe Bucak İstanbul gezileriyle on binlerce İstanbulluya baktığı halde göremediği ya da bir alt sokaktaki bilmediği nice tarihi ve çağdaş eseri tanıttık, onları eski gelenekler ya da yeni yaklaşımlar ile tanıştırdık. Tarihi, coğrafyası, kültürü, efsaneleri ve gelenekleriyle belli başlı semtleri, sokakları, meköe2nları, camileri, kiliseleri, sinagogları, ayazmaları, çeşmeleri, türbeleri mezarlıkları, hanları, hamamları, çarşıları, kuş evlerini Bitki örtüsünü, kuşları, böcekleri gösterdik. Onlara edebiyatından, müziğinden söz ettik. İstanbul da her biri ancak bir günde gezilebilecek yaklaşık doksan güzergöe2h yarattık.
İstanbul zamansal ve meköe2nsal boyutları içinde, hem tarihte, hem günümüzde bir çelişkiler yumağı: Gerçeklik ve efsaneler, telaş ve süköfbnet, zenginlik ve yoksulluk, güzellikler ve çirkinlikler, kültür mirasına sahip çıkma ve yok etme çabaları, ona öe2şık olma ya da ondan nefret etme
Ama kim ne derse desin, İstanbul höe2löe2 bir çekim merkezi. İstanbul un herkesi yavaş yavaş içine alan, alıp götüren bir enerjisi, sürekli değişen bir ışığı, kendine özgü bir kokusu, bir ruhu, bir büyüsü var. Ve bu ışık ve enerji, bu tılsım sonsuza dek sürecektir.
Faruk Pekin
Kaynak: In İstanbul 6. sayı
In İstanbul'u satın almak için:
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder